Sayı:74 (2024)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Sayı:74 (2024) by Title
Now showing 1 - 10 of 10
Results Per Page
Sort Options
Item 1960-1980 dönemi tarih ders kitaplarındaki kadın portreleri(Ankara Üniversitesi, 2024) Yılmaz, DuyguLise Tarih ders kitapları, gençlerin geçmişi anlamalarına ve yorumlamalarına yardımcı olan önemli kaynaklardır. Öğrencilere geçmişteki olayları, süreçleri ve toplumları anlamaları için temel bilgiler sunan bu kitaplar, tarih boyunca yaşanan olayların nedenlerini, sonuçlarını ve etkilerini öğrencilere aktararak onlara olayları tarihi bir perspektiften değerlendirme yeteneği kazandırır. Ayrıca, Tarih ders kitapları, öğrencilerin kültürel miraslarını keşfetmelerine, farklı medeniyetlerin ve toplulukların yaşam tarzlarını anlamalarına ve tarihi süreçlerin günümüz dünyasındaki yansımalarını değerlendirmelerine olanak tanır. Lise Tarih ders kitaplarında yapılan incelemelerin, kadınların tarihsel süreçler içindeki rolünü ve temsillerini de kapsaması önemlidir, çünkü bu şekilde öğrencilerin tarihî olayları daha kapsamlı bir perspektiften değerlendirmeleri ve cinsiyet eşitliği konusunda bilinçlenmeleri sağlanabilir. “Tarih Metinlerindeki Kadın Portreleri” başlıklı bu çalışma kapsamında, 1960-1980 yılları arasında kullanılan Lise I, II ve III. sınıf Tarih ders kitaplarında kadın betimlemeleri incelenmiştir. Söz konusu ders kitapları, Antik Çağ’dan 20. yüzyıla kadar geçen süre içerisinde kurulan medeniyetlerin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini işlemektedir. Kitaplarda Osmanlı Devleti ile Avrupa ve Amerika’da gelişen olaylar ayrı ayrı ünitelerde ele alınmıştır. Kadın figürü ise genel olarak mitoloji, sosyal hayat, eğitim, toprak idaresi, kültürel yapı gibi temel konu başlıklarında geçmektedir. Çalışma sonucunda, altı lise tarih ders kitabı üzerinde, kadın görünümlerine ilişkin çıkartılan 10 ayrı tema (kadın kimliği) üzerinde toplamda 165 kodlama yapılmıştır. Bu kodlamaların sonuçları, ders kitaplarında kadına çok az yer verildiği ve kadın karakterlerin geçtiği yerlerde ise ikinci planda olduğu ve cinsiyet rolleriyle yer alan kadının çoğunlukla nesnesel bir şekilde ele alındığı sonuçlarına ulaşılmıştır.Item Abd süfrajizminin gelişim sürecinde kadının atipik özgürleşmesi: Victorian Stil Krinolin’den Bloomer’e (Türk Pantolonu) geçiş(Ankara Üniversitesi, 2024)Batı literatüründe Süfrajetler olarak bilinen kadın hareketi, başta ABD olmak üzere İngiltere ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde kadınların seçme ve seçilme hakkını önceleyen kadın haklarına odaklanmıştır. Bu ana hedef doğrultusunda eyleme geçen kadın aktivistler bir gazetenin (Daily Mail) onlara verdiği isimle Süfrajetler olarak anılmışlardır. Söz konusu amaca yönelik başlayan akım ise Süfrajizm’dir. Bu kadın girişiminde ana hareket noktası kadının seçme ve seçilme hakkı elde etme meselesidir ki bu bağlamda çarpıcı olan kadının giyim üzerinden sembolize ettiği varoluş mücadelesinde krinolin denilen dar ve bedeni kıskıvrak sıkan giyim biçimi yerine özgürlüğe işaret eden Türk pantalonu, şalvarın benimsenmesinin savunulmasıdır. Çalışma buna dikkat çekerek bir taraftan giyim ve moda üzerinden bir stil odağında dizayn edilen kadının özgürleşmesi meselesini anlamak diğer taraftan da bu değişim ve gelişmede Türk pantolunu ya da şalvarının benimsenmesiyle bu değişime nasıl bir anlam yüklendiğini irdelemeyi amaçlamaktadır. Bu çalışma ile amaçlanan öncelikle erkek ve kadının eşit haklara sahip olarak yaşamda yer aldığı, bu hakların özgürlük, yaşam hakkı, rıza ve yönetimsel haklar olarak belirlenmiş olduğu vurgulanarak bu çabada kadınların erkekler gibi seçme ve seçilebilme hakkına sahip olması gereğini gözler önüne sermektir. Dolayısıyla çalışma, ABD’de başlayan ve daha sonra tarihsel koşullara bağlı olarak görece eş zamanlı diğer ülkelere de yayılacak olan mücadelenin simgesel ifadesi “Türk Pantolonu” konusundaki tartışmaları da ele alacaktır. Yanı sıra Elizabeth Cady Stanton’ın basına açık olarak okuduğu Declaration of Sentiments and Resolutions (Duygular ve Kararlar Bildirisi) değerlendirilerek o dönemde imaj olarak oluşturulan sürecin modaya yansıyan yönü ortaya konulmaya çalışılacaktır.Item Birinci Dünya Harbi Çanakkale Cephesi’nde alman bir pilot: Hans Joachim Buddecke(Ankara Üniversitesi, 2024) Korkmaz, ErdalBirinci Dünya Harbi’ne İttifak Grubu içerisinde giren Osmanlı Devleti ile Almanya, savaş içerisinde birçok alanda olduğu gibi askeri havacılık konusunda da işbirliğine gitmiştir. Savaşın başında 6 uçak ve 6 pilota sahip olan Osmanlı Devleti, savaş içerisinde müttefiki Almanya’dan aldığı 415 uçak ve 390 pilot, 1740 Alman uçak bakımcı ile cephelerde mücadele vermiştir. Osmanlı Orduları savaşın seyri içerisinde Çanakkale’de iki kara ve bir deniz tayyare bölüğü teşkil etmek suretiyle etkinlik göstermiştir. Çanakkale’de kurulan tayyare bölükleri Alman ve Türk personelden oluşturulmuştur. Savaşın seyri içerisinde bölgede görev yapan pilotlardan biri Alman Pilot Yüzbaşı Hans Joachim Buddecke olmuştur. Yüzbaşı Buddecke 1915 yılında Çanakkale Cephesi’ne gelmiş ve kendisine İtilaf hava akınlarını önleme görevi verilmiştir. Yüzbaşı Buddecke, üçü Avrupa cephelerinde olmak üzere resmi olarak toplam 13 uçak düşürmüş ve Türk askerleri tarafından “Şahin” lakabı ile anılmıştır. Birinci Dünya Harbi’nin seyri içerisinde bazen Avrupa cephelerinde bazen Osmanlı cephelerinde görev almış ve hava hâkimiyetinin sağlanmasında önemli bir yer edinmiştir. 1918 yılında tayin edildiği Avrupa cephelerindeki hava muharebesi sırasında göğsünden vurularak hayatını kaybetmiştir. Araştırma, Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı (CDAB) ile MSB Arşiv ve Askeri Tarih Daire Başkanlığı (ATASE) Arşivi’nden temin edilen belgeler ile dönemi yansıtan tetkik eserler, süreli yayınlar ve hatıratlar çerçevesinde ortaya konacaktır. Araştırma, Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı Ordusu’nda Görev Yapan Alman Pilot Hans Joachim Buddecke’nin Çanakkale Muharebeleri’ndeki rolünü ortaya koymuş, Almanya ile Türk havacılık tarihindeki yerini göstermiştir.Item “Büyük Britanya’nın boğazını kesmek” : Sovyetlerin 1945’te Türkiye’den talepleri ve İngiliz kamuoyunun tepkisi(Ankara Üniversitesi, 2024) İzmir, BaharABD ve Sovyetler Birliği’nin başını çektiği iki kutuplu uluslararası sistemde, Türkiye, Sovyetler Birliği’nin yayılmacı tehditlerine karşı Batı ile daha yakın ilişkiler kurma yolunu benimsemiştir. 1945 yılı, bu bağlamda, Türkiye’nin Batı’ya yönelmesinde ve Sovyet tehdidine karşı aldığı tutumda önemli bir dönemeç olmuştur. Özellikle bu yıl, hem Türk-Sovyet ilişkilerinin geleceği hem de Türk-İngiliz ittifakının temellerinin atılmasında kritik bir rol oynamış, Türkiye’nin Batı Bloğunda konumlanmasının önünü açmıştır. II. Dünya Savaşı’nın ardından Sovyetler Birliği’nin 1925 yılındaki Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması’nı tanımadığını açıklaması ve Boğazlardan üs ile Kars ve Ardahan’ı talep etmesi Türk-Sovyet ilişkilerinin bundan sonraki kaderini belirlemiştir. Nitekim sonraki yılların Türk dış politikasının Sovyet karşıtlığı ve Batı yanlısı olma şeklindeki genel kabulleri bu krizle birlikte olgunlaşmıştır. Sovyetler Birliği, ABD ve Türkiye’nin yanı sıra İngiltere bu olayda önemli bir aktör olarak öne çıkmıştır. Gerek bölgedeki ekonomik çıkarları gerekse de kolonyal çıkarları doğrultusunda, Türkiye’nin Sovyet nüfuzuna girme ihtimali İngiltere’yi paniğe sevk etmiştir. Bu makale, söz konusu süreçte İngiliz Hükümeti’nin ve basınının tepkisini ortaya koymayı, konuyu İngiliz penceresinden ele almayı amaçlamıştır. Nitekim bu çalışma, İngiliz kamuoyunun Türkiye’nin yaşadığı bu ciddi tehdit karşısındaki tepkisini, İngiliz parlamento tutanakları, gazeteleri ve arşiv belgeleri yoluyla anlama ve konuya yeni bir perspektif sunma iddiası taşımaktadır. Kamuoyunu anlamak için, makalede İngiliz belgeleri, parlamento tutanakları, Moskova ve Ankara’daki büyükelçilerin raporları, İngiliz kolonyal çıkarlarını savunan ana akım gazetelerin yanı sıra birçok yerel gazete kullanılmış, bu sayede İngiliz yetkililerin Türkiye’ye dair tasavvurunun ne olduğu analiz edilmeye çalışılmıştır.Item Erken Cumhuriyet Türkiyesin’de antropoloji ve öjeni(Ankara Üniversitesi, 2024) Yaşar, Hakan; Sinin , SüleymanÖjeni, nüfusun beden ve zekâ bakımından sağlıklı unsurlarının yani makbul görülenlerin sayısını arttırırken güçsüz, sağlıksız ve engelli gibi istenmeyen insanların sayısını azaltmak anlamına gelmektedir. Antropoloji bilimine göre ise öjeni, her anlamda hastalıklardan arındırılmış ve sağaltılmış insan toplumunu ya da ırkı yaratmayı amaçlayan pratik ve kavramsal yaklaşımların tümüne verilen isimdir. 20. yüzyılın başından II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar öjeni, birçok ülkede tartışıldı ve pozitif ve negatif yönleriyle farklı alanlarda uygulandı. Söz konusu dönemde öjenik politikaların tartışıldığı ve çeşitli sahalarda uygulamaya konulduğu ülkelerden biri de Türkiye’ydi. Öjeni düşüncesi II. Meşrutiyet Dönemi’nden itibaren Türkiye’de aydınlar ve bilim insanları tarafından farklı boyutlarıyla yoğun olarak tartışılmaya başlandı. II. Meşrutiyet Dönemi’ne kıyasla Erken Cumhuriyet Dönemi’nde antropoloji çalışmalarının da bir öjeni pratiği olarak yapıldığı görülmektedir. Bu doğrultuda Türk Antropoloji Müessesesi bünyesinde yapılan kafatası ölçümleri, antropometrik anketler ve kan grubu incelemeleri dönemin birçok devletiyle kıyaslandığında çok daha geniş kapsamlı birer öjeni pratiğiydi. Bu çalışmanın amacı da Erken Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde antropoloji alanında uygulanan öjenik politikaların neler olduğunu ve hangi amaçlarla hayata geçirildiğini ortaya koymaktır. Ayrıca çalışmada antropoloji alanındaki söz konusu öjeni pratiklerinin negatif mi yoksa pozitif mi olduğu da sorgulanmaktadır.Item İngiliz belgelerine göre Türk İstiklal Harbi sürecinde Yunanistan’da iktisadi-mali durum ve hükümetlerin savaşı finansa etme çabaları(Ankara Üniversitesi, 2024)15 Mayıs 1919 yılında Yunanistan’ın İzmir’i işgali ile başlayan Batı Anadolu’daki işgal hareketi yıldan yıla artan bir yekûn ile Yunan maliyesini zora sokmuştur. Müttefikler, işgal öncesinde Yunanistan’a yaptıkları mali yardımlarla Yunan hükümetleri savaşı finanse edebilmişlerdir. Ancak Kasım 1920’de Venizelos’un seçimleri kaybederek başbakanlığı bırakması ve aynı yılın Aralık ayında da Müttefiklerle büyük sorunlar yaşayan sürgündeki Kral Konstantin’in yeniden tahta oturması, Müttefiklerin Yunanistan ile olan ilişkilerini derinden etkilemiştir. Bu tarihten sonra ülke dış yardım alamamakla birlikte savaşı finanse etmek için başta vergi oranları olmak üzere halka ağır gelecek birçok önlemi devreye sokmuştur. Bu durum doğal olarak enflasyonist politikalar altında ezilen halkın alım gücünün zayıflamasına neden olmuştur. Savaş yıllarında gelir- gider dengesinde büyük açık vermesine rağmen ülkenin uluslararası ticareti kısmen sıkıntılı süreçler yaşasa da artan oranda devam etmiştir.Item Kabil büyükelçisi Yusuf hikmet (bayur) Bey’in Ankara’ya gönderdiği raporlar çerçevesinde kral Amanullah Han dönemi Afganistan’da meydana gelen olaylar ve Türkiye’ye yansımaları(Ankara Üniversitesi, 2024) Toker, HülyaKasım 1919’da tam bağımsızlığını ilan eden Afganistan’da Amanullah Han ülkenin ilk kralı olmuştur. Sonraki süreçte ülkesini modern bir yapıya kavuşturmak isteyen Kral bu anlamda önemli adımlar atmıştır. Bu sırada Türkiye’de de bağımsızlık mücadelesi başarıyla sonuçlanmış ve 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa da ilk cumhurbaşkanı olmuştur. Sonrasında ise yeni Türk Devletinin çağdaş devletler düzeyine ulaşması için her alanda inkılaplar yapılmaya başlanmıştır. Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip eden Amanullah Han 1928 yılında Türkiye’ye ziyarette bulunmuş ve bu sırada Türkiye’nin ilk Kabil Büyükelçisi olarak Yusuf Hikmet (Bayur) Bey atanmıştır. Yusuf Hikmet Bey Kabil’e gittikten kısa bir süre sonra Kralın reformlarına karşı isyanlar başlamış ve isyanlar kısa sürede ülke geneline yayılmıştır. Zor bir dönemde görev yapan Yusuf Hikmet Bey bölgeye ait raporlarını Ankara’ya iletmiş ve Türk dış politikasının belirlenmesinde önemli bir katkı sağlamıştır. Çalışmada Yusuf Hikmet Bey’in Kabil’den yazdığı ve daha önce yayımlanmamış olan raporları esas alınarak döneme ait bilinmeyen pek çok konuya ışık tutulmaya çalışılmıştır.Item Karakol cemiyetinde bir tekke şeyhi: Atâ efendi (1883-1936)(Ankara Üniversitesi, 2024) İnce, Merve KübraMillî Mücadele yıllarında Özbekler Tekkesi’nin postnişinde bulunan Şeyh Atâ Efendi(1883-1936) Karakol Cemiyetine mensup olması ile Millî Mücadele’de önemli rol oynamıştır. Şeyh Atâ Efendi başında bulunduğu Özbekler Tekkesini Karakolcuların çeşitli faaliyetlerinde kullanmalarına müsaade etmiştir. Özbekler Tekkesi Karakol Cemiyeti’nin İstanbul-Anadolu arasındaki faaliyetlerini gerçekleştirirken kullandığı gizli merkez konumuna gelmiştir. Karakolcular için bir misafirhane, hastane, cephane, postane teşkilatı olarak hizmet vermiştir. İstanbul’dan Anadolu’ya geçmek isteyen Millî Mücadele yanlılarına ev sahipliği yapmıştır. İstanbul’dan Anadolu’ya geçiş için oluşturulan kara yolu “Menzil Hattı’nın” başlangıç noktası Özbekler Tekkesi’dir. Şeyh Atâ ve Karakolcuların birlikte yaptıkları kaçış planları doğrultusunda güvenli ortam oluşturulduğunda Tekke aracılığıyla Anadolu’ya silah, cephane ve eleman kaçırılmıştır. İsmet İnönü, Saffet Arıkan, Halide Edip Adıvar, Mehmet Akif Ersoy ve dönemin önde gelen asker, bürokrat ve aydınları Ankara’ya Şeyh Atâ aracılığıyla geçmişlerdir. Bu çalışmada Karakol Cemiyeti mensuplarından Özbekler Tekkesi şeyhi Atâ Efendi’nin Millî Mücadeledeki rolü değerlendirilecektir. Millî Mücadele kahramanlarından biri olan ancak adı unutulan Şeyh Atâ Efendi bu çalışma ile tekrar hatırlatılacaktır.Item Tarihçi Efdaleddin Bey’e göre Osmanlı’da devlet ve ihtilal(Ankara Üniversitesi, 2024) Taştekin, SerapOsmanlı Tarihçisi Efdaleddin Tekiner, Mülkiye Mecmuası’nda yayımlanan ve on makaleden oluşan Osmanlı’da İhtilaller yazı dizisi, Küçük Osmanlı Tarihi kitabı ve Halil-i Ahmer adlı eserlerinde “Osmanlı ihtilalleri” söylemiyle yeniçeri isyanlarını yazmıştır. Bu araştırmada Efdaleddin Bey’in adı geçen eserlerde ihtilal kavramına yüklediği anlam üzerinden yönetim, devlet ve askeri isyan algısı ele alınmıştır. Bu makale, üzerine çok fazla çalışılmış ihtilal ve isyan kavramlarını etraflıca değerlendirip, ayrımlarını ve siyasi teorideki içeriklerini ele almaz, Efdaleddin Bey’deki ihtilal algısı ve belirlediği kapsamıyla sınırlı kalır. Nitekim Efdaleddin Bey, yeniçeri isyanlarını içerik açısından düzeni bozmaya yönelik hareketler; onları etkisiz hale getirmek amacıyla gerçekleştirilen müdahaleleri ise devletin selameti düşünülerek alınan tedbirler olarak tanımlar. Efdaleddin Bey, sıklıkla merkezdeki güç çatışmalarında taraf olan, bazı zamanlar sefere çıkmak veya talim yapmak istemeyen, çoğunlukla da askeri düzendeki yeniliklere karşı çıkan yeniçerilerin isyanlarını hem devlet aklından kopuk hem de kamu hukukunun dışında değerlendirir. Efdaleddin Bey’e göre padişahlar, devletin selameti adına siyaseten katl yaptıkları gibi, zaruret durumunda kimi zaman doğru vakti bekleyerek; kimi zamansa hızlı bir şekilde isyan edenleri cezalandırır. İsyanların devlet bürokrasisi içindeki, saray yönetimi mücadelesindeki grupların çatışmasına taraf olarak yapıldığı durumlarda isyancı yeniçeriler declasse (sınıfsızlaşmış) değil, bilakis askeri gücünü idari kuvvete dönüştüren bir topluluktur. Dolayısıyla yeniçeri isyanları düzeni bozmaya yönelik ihtilal hareketleridir.Item Türkiye- İsrail İlişkileri ekseninde Türkiye’nin Orta Doğu Politikası Ve Filistin meselesine yaklaşımı (1948-1958).(Ankara Üniversitesi, 2024) Duran, Mehmet AliTürkiye açısından Orta Doğu, Arap toplumlarıyla beraber İsrail’i de içine alan, komşuluk ilişkileri içerisinde olduğu tarihsel ve kültürel olarak pek çok ortak unsurun paylaşıldığı bir coğrafyadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Cumhuriyet’in ilanı sonrası devleti yapılandırma ve rejim inşa sürecinde Türkiye’nin ulusal çıkarları sistemin ve bölgenin istikrarı üzerinde şekillenmiştir. Bu durum II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin genel olarak Orta Doğu ve özelde de Filistin politikası Batı ile paralel gelişmiş ve Soğuk Savaşın dinamikleriyle şekillenmeye devam etmiştir. 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail’in kuruluşuyla birlikte bölgesel ve uluslararası gelişmeler ışığında Türkiye, Müslüman ülkeler arasında İsrail’i tanıyan ilk devlet olmuştur. Bu durumun ortaya çıkmasına Türkiye’nin Batılı Devletler ile olan ilişkileri ve ABD’nin Türkiye-İsrail arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi yönündeki çabaları etki etmiştir. Bu sebeple Türk dış politikası, Ortadoğu’da ve Filistin’de yaşanan olaylara karşı Batı eksenli bir yaklaşımın sonucu şekillenmiştir. Bu bağlamda gerek Filistin ile gerek İsrail ve diğer bölge ülkesi Arap devletleriyle olan ilişkilerinde önemli inişler ve çıkışlar yaşanmıştır. Bazı dönemlerde İsrail yanlısı denebilecek politikalar izleyen Ankara, bazen de açık bir şekilde Arap ülkelerinden ve Filistin’den yana bir tavır sergilemiştir. Bu bağlamda konu Türk arşiv belgeleri temelinde, süreli yayınlar ve telif eserler ışığında ele alınarak objektif şekilde ortaya konulmaya çalışılmıştır. In the context of Türkiye, the Middle East is a region that encompasses Arab societies and Israel, sharing numerous historical and cultural commonalities within the framework of neighboring relations. The Republic of Türkiye, in the process of structuring the state and establishing the regime following the proclamation of the Republic, has been shaped by the national interests of Türkiye, which is based on the stability of the system and the region. This perspective persisted in Türkiye's post-World War II Middle East policy, especially regarding Palestine, evolving in parallel with Western developments and influenced by the dynamics of the Cold War. On May 14, 1948, with the establishment of Israel, Türkiye became the first Muslim country to recognize Israel amidst regional and international developments. This recognition was influenced by Türkiye's relations with Western countries and the efforts of the United States to develop relations between Türkiye and Israel. Consequently, Turkish foreign policy has been shaped as a result of a Western-oriented approach to events in the Middle East and Palestine. In this context, Türkiye has experienced significant fluctuations in its relations with Palestine, Israel, and other Arab states. Ankara, at times, pursued policies that could be described as pro-Israel, while at other times openly displayed a stance in favor of Arab countries and Palestine. In this regard, the subject was addressed objectively, based on Turkish archival documents, periodicals, and copyrighted works to shed light on the matter.